Babam
- Emir Talha Atıl
- 29 Ağu 2018
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 30 Ağu 2018
"Bu eser İpekçilik AİHL resmi yayın organı olan Koza Dergisi'nde yayınlanmıştır."

Bir rüzgardır bu ses. Hafif hafif insanın kulağına gelen; Hoş bir seda bırakan bir esintidir bu. Gecenin geç saatlerinde, ağaçların uçlarında birbirine çarpan ve de rüzgarın sesine bam başka bir ahenk veren yapraklar adeta insanların zorlu hayatları için, yaşamları elinden alınan insanlar için yas tutuyorlardı. Her yerde matem havası vardı. Bu puslu havada bir köşede durmaktaydım. Dimdiktim. Gecenin bu soğuk vaktinde dünyaya meydan okuyordum. Yaşanılan acılara, insanlığa ve tüm mahlukata yapılanlara karşı dimdik ayaktaydım. Yaşadığım acıları hazmedemezdim, sindiremezdim, yok göremezdim. Karşımda hafif hafif dalgalanan denize ve olağan halde duran kayalıklara baktım. Aynen o günkü gibilerdi. Hayatımın alındığı, geleceğimin karardığı o gün gibiydi her şey…
Takvimler 1933 gösteriyordu. O zamanlar ben altı yaşındaydım. Babam imamdı, hem de ilmen ve dinen kendini çok yetiştirmiş birisiydi. Annem, babamdan kalır yanı olmayan bir hanımefendiydi. Evden dışarı çıkmazdı, çıkamazdı çünkü başında ki örtü yüzünden her zaman garipsenirdi. Babam camide Türkçe ezan okur herkesi Allah’ın değil, tanrının huzuruna çağırırdı. Böyle bir ortam vardı Yusufeli kasabasında. Ankara’da alınan kararlar memleketin her köşesinde olduğu gibi Yusufeli kasabasında da “Biz memleketi bunlar için mi kurtardık.” dedirtiyordu . Babam böyle bir zamanda 1924’den beri süre gelen yasağa rağmen ümmetin çocuklarına kuran öğretmeyi görev bilmişti. Gizli gizli, saklana saklana öğretiliyordu Allah’ın kelamı. Her hafta başka bir yer de buluşulur, zaman ve mekan her zaman değişiklik gösterirdi. Babam sanki gizli ve sakıncalı bir toplantıya katılıyormuş gibi çıkardı evden. Korkardı elbet, ama asla kendi için değildi. Çocuklar içindi korkusu. Onların islamsız bir hayata mahkum olmalarından korkardı. Zaman buna gayet müsaitti çünkü. Çocuklar köy Enstitülerine mahkum edilmemeliydi. Tüm bu çabaları Hz. İbrahim (as)’a su taşıyan karıncanın azmiyle yaptı. Didinerek, çabalayarak elinden geleni yaparak bu mücadeleyi verdi. İki defa koğuşa atıldı, ama o asla yılmadı. Çocuklarını göndermemeye başlayan ailelere rağmen, kuranı öğretmeye gelen çocuklarla devam etti. Sonunda o kara gün geldi. Hayatımı karartan, belki olacak bir çok güzel şeyi önleyen bir olay oldu. Babam ve ben bu taşlı yolda o zaman eski olmayan bu sahil yolunda ilerlerken, babamı benden aldılar. Onu benden kopardılar. Onunla beraber beni de, benim ruhumu da alıp götürdüler. Ondan duyduğum son söz şuydu: “KORKMA”. Evet korkmaydı bana son söylediği cümle buydu. Evet bende onsuz geçen yirmi yılda hiç korkmadım. Daima dimdik durdum…
Onu bir daha hiç göremedim. Ona bahşedilen ölüm ne mutlu ki, şehitlikti. Mezarını bile bilmediğim bu insanı her vakit anlatacağım. Yapılanlara karşı sergilediği tavrı her zaman örnek göstereceğim. Yaşadığım şu zamanlarda dinlediğim “Allah-u Ekber sedaları bana her vakit babamı hatırlatıyor. Babamın uğruna canını verdiği bu mücadele, bu ümmet davası her devir anlatılacak. Bu dava hiçbir zaman nefer siz kalmayacak. Öncüleri her devir değişecek. Ama her öncü, her nefer aynı dava uğruna mücadele edecek. Bu mücadele uğruna bazıları darağacına gidecek. Ama bir gün Ümmet-i Muhammed’in haklı davası başaracak. Çünkü zafer inanlarındır ve de zafer yakındır…
Yorumlar